Füsun Demirel: 'Aziz'in hikayesi sardı sarmaladı!

Güncelleme: 14 Ocak 2022 Cuma, 11:45:20

Show TV'nin iddialı dizisi 'Aziz'de rol alan Füsun Demirel (63) ile sanat hayatını ve anneliği konuştuk. Demirel, 'Aziz'in senaryosu hakkında, "Okuduğumda oldukça etkilendim, umutsuz aşklar hep sürükleyicidir. Sardı sarmaladı." dedi.

'Aziz'den gelen teklifi kabul etmenizde en önemli etkenler nelerdi, senaryoyu okuduğunuzda ilk ne hissettiniz?

Uzun soluklu bir dizi bekliyordum. 'Aziz' siyaseten hassas bir dönemde geçiyor. Aslında ünlü 'Rempetico' filmi gibi, arkada siyasi olaylar sürerken önde müthiş bir aşk hikayesi izlersiniz ya, 'Aziz' de öyle. Senaryoyu okuduğumda oldukça etkilendim. Umutsuz aşklar hep sürükleyicidir ya bu da öyle. Sardı sarmaladı.

Canlandırdığınız rolle karakterinizin uyuştuğunuz noktalar var mı? Ya da bu rolün sizde anlamlandırdığı bir şey oldu mu?

Belki o anaç, kucaklayıcı, sahiplenici özellikleri uyuştu benim ve 'Nigar'ın. 'Nigar' etkiledi beni. Hüzünlü bir hikayesi var çünkü. 10 günlük evliyken kocası savaşa gidiyor ve dönüş yok. Ölüm haberini alıyor. 'Nigar' kendini yeğenlerine adıyor. Onlara kol kanat geriyor. Aslında 'Nigar' da galiba o ölüm ile yok ediyor kendini, Nigar'a sorsan kendisi için ne yaptın desen cevapsız kalırsın. Kadınların bu benzer davranış biçimleri beni çok ilgilendiriyor. Aslında ben de dahil, kadınlar kendileri için yaşamalı, kendileri için üretip bir şeyler yapmalı.

Dönem dizilerinde rol almanız size ne hissettiriyor?

Dönem projelerini oldum olası severim. Geçmişi, yakın tarihi o kadar eksik işledik ki sinemada… Bunları anlatan projeler beni heyecanlandırıyor.

Reytingler oldukça iyi. Sizce seyirci dizide aradığı neyi buldu?

Bu kavuşamayan aşıklar meselesi her zaman ilgi odağıdır. Leyla ile Mecnun'dan, Ferhat’la Şirin'e kadar, Kerem'le Aslı'dan, Mem ile Zin'e kadar sayısız destanlar, masallar, hikayeler dinledik kuşaktan kuşağa aktarılan. Her defasında ağladık... Her defasında o aşklarla birlikte yolculuk ettik. 'Aziz' ile 'Dilruba' aşkı da böyle destansı... Bu hepimizi heyecanlandırıyor.

İtalya Roma Ulusal Dramatik Sanatlar Akademisi Oyunculuk Bölümü mezunusunuz. Türkiye'de Ankara Devlet Konservatuvarı sınavını kaybedip İtalya'da kabul görmeniz nasıl bir duygu yarattı sizde?

Oyunculuk hayalim lise yıllarında amatör bir çalışma ile başladı ve eğitimli olmam gerektiğine inandığımdan tabii sınava girdim. Talihsizlikler oldu aslında ama pes etmedim. Kısa zamanda toparlanıp İtalya'ya gittiğimde önce iyi bir dil eğitimi dedim. Sonra tiyatro olmazsa da sanatla ilgili bir eğitim almalıyım diyordum. Silvio D’amico o yıllarda devlet okulu olarak tiyatro oyunculuk ve reji eğitimi veren tek okuldu... Şansımı denemek istedim. Kabul edildim. Büyük bir mutluluktu. Ankara Konservatuar'dan eli boş dönerken kendi kendime söz vermiştim. "Oyuncu olacağım" diye. Bu o sözümün başlangıcıydı. Sene 1977-78.

Çevre Tiyatrosu, Dormen Tiyatrosu, Devekuşu Kabare ve Dostlar Tiyatrosu'nda çalıştınız. Tiyatronun hayatınızdaki yerini anlatabilir misiniz?

Her biri bir çeşit okul oldu benim için. Her bir kurumdan ayrı ayrı çok şeyler öğrendim. Daha ilk adımımda ustalarla çalıştım. Onların izini sürdüm. Usta çırak eğitimi gerçekten okuldan daha üstün bir pratik. Bu kurumlarda, Halit Akçatepe, Kenan Büke, Defne Yalnız, Haldun Dormen, İsmet Ay, Zeki Alasya, Metin Akpınar, Genco Erkal ve sayısız ustayla sahne aldım. Tiyatro yaşamım oldu. Tiyatro ve oyunculuk iliğim, kemiğim, kanım oldu. Mesleğim her şeyin önüne geçti. Yaşamım tiyatro ve sanatla bir bütündü ve anlam kazanıyordu, zenginleşiyordu.

Geç yaşta anne olmaya karar verdikten sonra hayatınızda neler değişti? Hamilelik sürecindeki tecrübelerinizi paylaşır mısınız?

Uzun kariyer sürecim sonunda geri dönüp baktığımda eksik bir seyler var dedim hep çok istediklerimi gerçekleştirdim. Ama bir sey eksik kaldı. Annelik. Yaşımın önemli olmadığını uzmanlar söylediğinde cesaret geldi. Her bünye farklıydı herkeste anatomik yapı farklıydı. Dolayısıyla benim yapım genç kalmıştı ve annelik için doğru adaydım. Uzun, meşakkatli bir süreç yaşadım. Ve hamile kaldığımda, hele ikiz bebekler olduğunu öğrendiğim anda çok ağlamıştım. Zaten duygusal oluyorsunuz. Bol ağlama, bol duyarlılık... Hamilelikte de hep çalıştım son bir haftaya kadar setteydim. Erler film platosunda Türker İnanoğlu yapımı 'Tatlı Bela Fadime' dizisi çekiyorduk. Aslında en önce Türker Bey'e gidip izin istedim anne olmak istediğimi söyledim. Çok saygı duydu. 'Destekliyorum ve yardım edeceğim' dedi. Dizi boyunca hamilelik durumum oynadığım karaktere yansıtıldı. Ben ne yaşıyorsam karakter de yaşadı. Hatta dizide ikizlerim doğdu. Bir hafta sonra gerçek doğum oldu zaten.

Sizin gibi geç anne olmayı düşünenlere ne söylemek istersiniz?

Kadınlar artık kariyerleri için çok çalışıyor. Annelik 40’lı yaşlara kadar ötelendi. Elbette çocukla anne arasında yaş farkı uçurumlarca olmamalı. Ama önceden dediğim gibi, kendine bakmış, sağlıklı, anatomisi doğru işleyen, rahim yapısı sağlıklı bir kadın için annelik yaşı hiç önemli değil. Cesurca bu projeye imza atabilirler.

Anneliğin size en büyük öğretisi ne oldu?

'Her kadın anne olmalı' diyemem. Bunu hissetmeyen olmamalı. Anneliği kutsallaştırmıyorum. Ama yaşamın en güçlü öğretilerinden birisi annelik süreci. Sabretmek, sebat etmek, dayanma gücü, fedakarlık, onun için var olma hali, aşk, en yüce aşk... Hepsi bu sınavda var.

Hayat hikayenize göz attığımda hep cesur davranmışsınız, gözü pek bir gençlik yasamışsınız. 1977’de tek başınıza İtalya'ya gitmiş ve öğrenci olmuşsunuz. Aşık olduğunuz kişiye evlilik teklif etmiş ve yaşamınızın 25 yılını paylaşmışsınız. Türkiye'de mesleğinizde sayısız filmlere ve TV projelerine imza atıp kariyer basamaklarından genç yaşta yukarı çıkmışsınız. Kadınların anne olmaya zaman kalmadığını düşündüğü yıllarda bunu da deneyerek iki evlat sahibi olmuşsunuz. Bunlar bir kadın için cesaret isteyen durumlar. Bize biraz bu yanınızı anlatır mısınız? Diğer kadınlara da cesaret vermek adına...

Genç yaştan itibaren kafama koyduğumu yapmayı istedim. İnatla onu gerçekleştirme yollarına gittim. Oyuncu olmak en büyük idealimdi. Avrupa'daki 6 yılım hiç boş geçmedi. Politik tiyatro sevdası ile tiyatronun dahilerini buldum. Zaten okulumdaki eğitmen kadrosu çok iyi akademisyenlerden kuruluydu. Andea Camilleri, Julian Beck gibi ustalarla çalıştım. Milano'ya Giorgio Strehler'in yanına gittim, çünkü onun tiyatrosunda çalışmak istiyordum. Drama Akademisi'nin son sınıf öğrencisiydim o dönem. Ve O'nunla çalışmanın yarattığı düşüncenin heyecanıyla kapısını çaldım. Bu durum Strehler'i çok etkiledi.

Scala Operası'ndaki kulis odasına girdim ve "Ben akademiden bir Türk öğrenciyim ve mezun olacağım birkaç ay sonra ve burada sizinle çalışmak istiyorum." dedim. Bu cesaretim hoşuna gitti ve bana tiyatrosunun kapılarını açtı. Ve yanından ayrılırken arkamdan seslendi: "Signorina! Sen olacaksın!" Henüz 19 yaşımdaydım. Trene atlayıp Berlin'in yolunu tuttuğumda sene 1980 idi. Vasıf Öngörenle çalışmak için heyecanlanıyorum. Beni seçti ve Zengin Mutfağı ilk profesyonel oyunumdu. İlk kez Berlin’de sahne aldım. Başardıkça özgüvenim daha da artıyordu. Bana haz veren tiyatroyu, oyunculuğu gerçekleştirmek içindi bu cesaretim. Ama yıllar ilerleyip tecrübeler katlayınca daha da güçleniyorsunuz ve cesaret basamaklarından tırmanıyorsunuz.

Yine öğrencilik yıllarımın sonlarında dünyaca ünlü İtalyan yazarlar Dario Fo ve Franca Rame ile yollarımız kesişti. Onların tiyatrosunu izledikten ve onları tanıdıktan sonra gerçekten benim yaşamımda çok şey değişti. Türkiye'ye kesin dönüş yaptım ve o tarihten sonra da Dario Fo'nun eserlerini küçük küçük Türkçe'ye çevirmeye başladım. Amacım aslında Fo'nun sözlerini, fikirlerini Türkiye'deki insanlarla buluşturmak, Fo'nun tiyatrosunu keşfetmelerini sağlamaktı. Beni çok etkiliyordu tiyatrosu, tiyatro anlayışı. Türkiye'de de bunun bilinmesini istedim ve yaklaşık 27 tane eserini çevirdim. Bütün bu zaman içerisinde onlarla gelişen dostluğum, Türkiye'de onların temsilciliğini üstlenmiş olmam vesilesiyle 37-38 senemi Dario Fo tiyatrosuna, tiyatro anlayışına, oyunlarına adamış oldum. Bu kadar yıl içinde Türkiye'de profesyonel-amatör sayısız tiyatrolar bu eserleri sahneye taşıdılar, seyircilerle buluşturdular. Pek çok oyuncu bu tiyatro oyunlarındaki rolleriyle ödüller aldı. Dolayısıyla aslında önemli bir misyonu gerçekleştirdiğimi de düşünüyorum. O gençlik hayalimdeki tiyatro yapma hayali çevirilerimle de gerçekleşmiş oldu. Nobel ödüllü bir yazarı Türkiye'de temsil ediyor olmanın onurunu taşıyorum.

1995 yılında bir yayınevi kurduk Nurettin Şen ile birlikte. Bütün çevirdiğim Dario Fo eserlerini bu yayınevinde basmaya başladık. O tarihten beri halen Dario Fo - Franca Rame'nin tüm oyunları Açılım Yayınları'nda; kendi yayınevimizde (küçücük bir yayınevidir) çıkıyor halen. Özellikle "Kadın Oyunları" çok revaçta. Hiçbir zaman onların değeri düşmedi, insanlar üzerindeki etkisi çok fazladır Kadın Oyunları'nın. Çünkü zaten baktığınızda ülkemizde kadın sorunları, kadına yönelik şiddet olayları ve istismarlar ile cinayetlere kadar vardırılan bütün bu dehşet verici olaylar sayısal olarak o kadar artış gösterdi ki bütün bu yıllar içerisinde... Dolayısıyla benim de bu çevirisini yaptığım kadın meselesine dokunan 'Kadın Oyunları', hep aktivistler, sanatçılar tarafından sahneye taşındı ve taşınmaya devam ediyor. Bu sorunları da yaşadığımız sürece de bu oyunlar da hiçbir zaman bitmeyecek gibi görünüyor.

Aşık bir kadın oldum hep. Aşk da cesaret gerektirir. Aşk için dağları delerdim. Cesurdum delice... Çünkü aşk ancak böyle delice tutkuyla ve cesaretle büyür yeşerir.

Sizin için senaryo mu öncelikli, yoksa canlandırdığınız karakter mi?

Önce senaryo, yani hikaye önemli elbette.

Pek çok sinema ve dizide rol aldınız. Hiç unutmadığınız bir set anınız var mı?

Çok var. Sayısız anılar. Bir kitapta toplayabiliriz ancak.

Siz de koronavirüs nedeniyle hastanede tedavi gördünüz. Nasıl bir süreç yaşadınız?

Zor bir süreçti. Rahat nefes alamıyordum. Birinci hafta hastanede kaldım. Kortizon verildi. Akciğerin yüzde ellisi tutulum olmuştu. Ama kendimi hiç bırakmadım, virüslerin beni yenmesine izin vermedim. Yine cesurdum sanırım. Sonunda kazandım.

Son olarak gelecekle ilgili planlarınız ve hayalleriniz neler?

'Aziz' dizisi dışında Kazım Öz’ün yönettiği 'Elif Ana' filminde çalışıyorum. Almanya’da Dortmund Göçmen Kadınlar Derneği’nde kadınlarla zoom üzerinden tiyatro oyunu gerçekleştirdik. Dario Fo'nun yazdığı ve çevirdiğim kadın oyunlarını tiyatro ortağım Mert Küçülmez ile uyarladık provalar yaklaşık 6 ay sürdü. Geçen ay sadece 3 gün yüz yüze prova yapabildik. Oldukça başarılılar. 5 Mart’ta Dortmund’da promier yapacağız. Umut veren bir çalışma oluyor. Hayallerim var elbette... Öncelikle Covid bitip gitsin ve özgürleşelim, hayalim. Sonra çocuklarım için ve ülkemdeki tüm çocuklar için iyi bir gelecek, güzel yarınlar hayalim. Ülkemde herkesin hakettiği güzel bir yaşamı hayal ediyorum. Ve şahane bir tiyatro oyunuyla yeniden sahnelerde olmak...