'Karanlık adamların aydınlık kadınları!'

Güncelleme: 12 Kasım 2017 Pazar, 10:34:23

Çukur’un Koçovalı kadınları... Perihan Savaş, İrem Altuğ, Zeynep Kumral ve Boncuk Yılmaz ile çok özel röportaj!

İstanbul’un en belalı mahallerinden biri Çukur... Kontrolü Koçova Ailesi’nde... Ercan Kesal’ın canlandırdığı Baba İdris maço, ters ama bir felsefesi var. “Kötülüğün de bir derecesi vardır” diyor. Fakirin yanında, düşmanlarına kök söktürüyor. Mahalleye kesinlikle uyuşturucu sokmuyor. Evdeyse dengeler başka... Ev kalabalık. Çocuklar, torunlar, gelinler, yardımcılar... Koçovalıların evinde Perihan Savaş’la birlikte İrem Altuğ (Ayşe Koçovalı), Zeynep Kumral (Nedret Koçovalı) ve Boncuk Yılmaz (Saadet) hep bir arada. Son söz ise, Perihan Savaş’ın canlandırdığı Sultan Koçovalı’nın... Evin otoriter annesi, bir kaş hareketiyle herkesi hizaya getiriyor. Çocukları dışarı çıkarmıyor; düşmanlarından korumak için evde tutmak zorunda... Yani Sultan Hanım’ın da bir felsefesi var... Bir set günü, matemdeki “Çukur’un kadınları”na konuk olduk. Rolleri gereği siyahlar içindeydiler. Gerçekteyse keyifleri hayli yerinde... Bu dört kadınla dizinin başarısını, bu kapalı mahalleyi, o erkeklerin dünyasında kadın olmayı ve “aile”yi konuştuk.

İşte karşınızda Çukur’un Koçovalı kadınları...

Perihan Savaş;

"Geri kafalı değilim ama burada yaşam farklı"

Hoşgeldiniz, bu kadar aradan sonra seti özlemiş misiniz?

Evet, güzel bir proje beklediğim için uzun zaman oldu. Bu güzel proje gelince tabii ki kavuştuk. Çok özlemişim. İnsanların zaman geçtikçe birikimleri oluyor ve onları aktarmak istiyor. Uzun zaman ara vermek de aslında iyi geliyor.

Hep merak ederim, ilk set günü heyecanlanır mısınız?

Olmaz mı? Ben her gün bir sahneye başlayacağımız zaman onun heyecanını mutlaka yaşıyorum zaten. O başka bir şey. O heyecan olmayınca olmuyor. Tiyatroda da böyle sinemada ve dizide de... Oyuncu o heyecanı yaşamalı bence.

Çukur Mahallesi’ni nasıl buluyorsunuz?

Ben mahallede doğup büyüdüm. Onun için mahalle kültürünü çok iyi biliyorum. Mahalle denildiğinde sizi en arka sokaktaki bile tanırdı. Mesela sokakta oynarken arka sokaklara gittiğimizde akşamüstüne doğru mahalleli “Hadi bakalım evinize” der, bize ismimizle seslenirdi. Çukur’da da öyle bir kültür var. Önemli bir mahalle, insanları da öyle. Birçok insanın kendini bulacağına inanıyorum.

 

‘SULTAN BENİM GİBİ SAĞLAM, AMA DAHA SERT’

Sultan yetim bir karakter. Belki de onun vermiş olduğu bir duygu ile çocuklarına bağlı. Ayrıca hükümet gibi bir kadın. Sultan size hangi yönleriyle benziyor?

Çocuklarını koruması yönüyle çok benziyor. Ayaklarının üzerine basan, sağlam bir kadın. Bende de o vardır ama Sultan biraz daha sert. Öyle olması gerekiyor. Evet, belki bir aile görmemiş, yetim kalmış sonra da çok sevdiği bir adamla evlenmiş. Evin hâkimi Sultan ve onun kanunları geçiyor. O yüzden de evde Sultan bir tane diyelim.

Sözü kanun sayılan bir kadını oynamak keyifli olsa gerek...

Çok güzel bir şeymiş. Herkesin bir anda “Sultan” ya da “Babaannem” demesi çok hoş. Çocuklara “Korkuyor musun?” diye soruyor mesela Sena karakteri. O da diyor ki “Korkmuyorum babaannemden ama saygı duyuyorum” diyor. O çok güzel bir şey. İşte kaybetmeye yüz tuttuğumuz o saygıyı burada kuran bir kadın var, o da Sultan.

Yaş aldıkça o saygıyı bekliyoruz, değil mi?

Beklemez miyiz? Eskiden bayramlarda aile büyüklerine gidilirdi. Biz hep öyle yetiştik. Şimdi bırakın telefon açmayı, bir mesaj yazılıyor. Mesela ben kartpostal toplardım, annem beni Eminönü’ne götürürdü oradan karpostalları, zarflarımı alırdım ve ailedeki herkese yazardım. Çok özlüyorum onu.

‘HEPİMİZİN ANNESİ EVDE BİR SULTAN’DI’

Çukur, “Baba” filmini hatırlatıyor. Orada da geleneksel bir aile var. Acaba biz geleneksellikten erkek egemen, çocukların büyüklerin yanında konuşmaya çekindiği bir ortam mı anlıyoruz? Aslında öyle bir şey yok. Çocuklar konuşuyor ve yapmak istediklerini yapıyorlar ama saygıdan büyüklerini haberdar ediyorlar. Evet, öyle şeyler çok yazıldı. Orada da güçlü bir baba var, belki o çağrışım yapmış olabilir. Bizde de öyle aile çok var. Bizim de eskiden mahalleden tanıdığımız kabadayı abilerimiz vardı.

Diziyle birlikte “Koçovalı kadını” diye de bir tabir çıktı...

Herkes Sultan’ın güçlü bir karakter olduğunu biliyor. Evde de diğer Koçovalı kadınlarına, torunlarına ve gelinlerine de örnek bir kadın. Gelinler zaman zaman ondan hoşlanmasalar bile sanıyorum ki zaman geçtikçe Sultan’ın doğruluğunu anlayacaklardır. Hepimizin annesi evde bir Sultan’dı ve onun sözü geçerdi. Zaman zaman annem de bana bir şeyler söylediğinde “Aaa” derdim, kulak arkası yapardım. Belirli bir yaştan sonra “Ne kadar haklıymış, ne kadar doğru şeyler söylemiş” diye düşünüyorum.

Sultan, işine gelmeyeni duymuyor. Gelinlerinin kıyafetlerine karışıyor. Bu anlamda da dediğim dedik aslında... “Ben geri kafalı bir kadın değilim ama burada yaşam farklı” diyor.

Siz Sultan’ın gelini olsaydınız ona sinir olur muydunuz?

Olurdum herhalde. Ama sonra onun haklı çıktığını gördükçe hak verirdim.

Bu dizinin ana teması ne sizce?

Mahalle kavramı, güç ilişkileri, dostluk, aşk? Hepsi var içinde. Mahalle kültürü ve Çukur Mahallesi diyelim.

Sultan İdris’e âşık mı?

Evet, hem de deli gibi.

Ya İdris?

Bence İdris de âşık. O da seviyor ama bir kaçamak yapmış. Bin pişman olmuş. Fakat bunu hiç konuşmamışlar, Sultan bununla hiç yüzleşmemiş. Sultan’ın bildiğini de biliyor. Ama konu oraya geldiğinde sadece bakışıyorlar.

 

‘MODERN OLACAĞIZ DİYE İPİN UCUNU KAÇIRDIK’

Mahallenin bel kemiği bir aile öte yandan geleneklerini de sürdürüyor. Modernleştiğimizi düşünsek de sanki daha yalnız bir hayat yaşıyoruz...

Ben modernleşmeyi seven bir insanım. Çocukları evden çıkarmamak gibi şeylerim yok ama Koçovalı Ailesi’nin farklı bir durumu var. Düşmanları olduğu için bunu yapmak zorundalar. Sultan, torunlarına, diğerlerine zarar gelmemesi için onları evde baskı altında tutmak zorunda. Normalinde tabii ki de Sultan da isterdi onların hayatlarını yaşamalarını. Ama biz modern olacağız diye bazı şeyleri karıştırmışız birbirine. “Rahat anne ve baba olacağız” diye düşünürken çocuklarımızın ipinin ucunu birazcık kaçırmışız diye düşünüyorum bu son dönemlerdeki gençlere baktığımız zaman.

Yeni nesil anneler de çocukların üzerine çok fazla titriyorlar. Bu da çok sağlıklı gelmiyor bana...

Tabii ki bunun ayarını tutturmak gerekiyor, ne çok fazla ne çok az. Çocukların da bir birey olduğunu unutmamak lazım. Onların da birey olduklarını, kendi kişiliklerini bulmaya başladıkları zaman onların da haklarını vermek gerek.

Çok korumacı olmak zarar verebiliyor...

Korumacı olmak çok yanlış bir şey. Dikkatli olacaksın ama bunu ona hissettirmeyeceksin. Hissettirdiğinde o çocuk daha sonra hayatın gerçekleriyle karşılaştığında çok çabalıyor, zorlanıyor.

Aslında kadınlardan da her zaman, her yerde güçlü olmaları isteniyor...

Kadın zaten güçlü. O gücü ona vermesen de zaten belli bir gücü var. Ne yazık ki bazı kadınlarımız “Ben bir şey bilmem, ben bir şey yapamam” diyor. Hayır, sen kadınsın, her şeyi yaparsın. Boşanmalara baktığımızda çoğunlukla kadınlar mahkemeye vermişlerdir. Erkekler buna cesaret edemez. Kadın her şeyi bilir, her zaman gücü vardır, yeter ki onu kullanabilsin.

 

‘YILMADIM, KENDİMİ İSPAT ETTİM’

Siz sektörde ayaklarınızın üzerinde durmaya çalışırken yaşadığınız zorluklar nelerdi?

“Kendimi boşuna üzmüşüm” dediğiniz şeyler var mı? Bizim sektör çok farklı. Bu sektörde işe başladığınızda mutlaka karşınıza sizi istemeyenler, ezmek isteyenler oluyor. Bunun acısını yaşıyorsunuz ama kamçılıyor da. Ne kadar baskı hissetseniz de “Ben bunu başaracağım” dediğinizde başarıyorsunuz. Tabii ki ben de bir sürü zorluklarla karşılaştım. İstenmediğim zaman oldu. Benim için “Hayır o olmasın” diyen başrol oyuncuların baskısı oldu. Ama yılmadım ve kendimi ispat ederek bunu başardım.

Güçsüz olduğunuzda devam edebilmek için nelerden güç alırsınız?

Çocuklardan. Ben de demir leydi değilim. Mutlaka çok üzüldüm, dibe vurduğum çok zamanlar oldu ama gerek yardım alarak, gerek çocuklarımın varlığıyla yendim. Tabii ki çabaladım. Dibe vurabiliyorsunuz çünkü insansınız. Bana bir hayat bahşedilmiş. Eğer ben bu hayatta yaşıyorsam, nefes alıyorsam bu hayatı devam ettirmem gerekiyor. Önce kendim için sonra çocuklarıma faydalı olmak için...

Hayatta örnek aldığınız biri oldu mu?

Annem çok güçlü bir kadındı. İlkokul öğretmenlerinin de çocukların hayatında önemli olduğunu düşünürüm. Benim öğretmenim çok güçlü bir kadındı, çok hastalandı, çok acılar çekti ama bizi okuttu. Evinde yaşadığı acıyı görüyordum ama okula gelip sınıfa girdiğinde bambaşka bir kadın vardı. Benim için çok özeldir.

 

‘ALDIĞIM NEFESE ŞÜKREDERİM’

En kolay neye ağlarsınız?

Ben her şeye ağlarım, sulugözlüyümdür. Hemen üzülürüm, gözlerim dolar. Son dönemlerde hayvanlara çok ağlıyorum. Gerçekten had safhaya geldi artık. Onlara tecavüz eden, kötü davranan, öldüren, yaralayan insanların serbest bırakılmasına tahammül edemiyorum. Hayvan diye bir kenara atamayız o da bir can taşıyor. Hayvanlara bunları yapanların en üst seviyede ceza almasını istiyorum.

En büyük korkunuz nedir?

En büyük korkum uçaktı. 30 sene uçağa binmedim. Tedavi gördüm, şimdi uçuyorum artık. Hayata karşı korkularım var tabii ki. Zaman zaman “Nereye gidiyoruz, ne olacağız?” diye düşünüyorum. Hadi bizden geçti, çocuklarım, torunlarım için kaygılanabiliyorum.

Ölümden korkar mısınız?

Yok. Allah ne zaman isterse... Ama şükürler olsun her gün kalktığım zaman aldığım nefese şükrederim. O duyguyu yaşamayı çok seviyorum ama eğer yazıldı ve bittiyse ona yapılacak bir şey yok.

 

Boncuk Yılmaz;

 

"BU EV, ERKEK EGEMEN SAYILMAZ!"

Evin yardımcısı Saadet, Koçova Ailesi’nin belkemiği. Yıllardır onlarla birlikte... Koçovalı kadınlarıyla uğraşmak nasıl?

Hepsi ayrı bir dünya. Saadet lafını esirgemiyor ama kimseyi de kırmıyor. Çok garip bir dengeye oturtmuş. Yıllardır aileyle birlikte olduğu için onları çok iyi tanıyor. O yüzden kıvamını koruyor Saadet, dengeyi sağlamaya çalışıyor.

Aynı zamanda Çukur’da yaşıyor. Onun gözünden Çukur nasıl bir mahalle?

Saadet’in Çukur’a çok aklı ermiyor. O daha evde, iç işlerde daha iyi. Ama sonra ne olacak bilmiyoruz.

Sultan ile arası nasıl?

İyi... Sultan’ın kaşının hareketinden ne yapması gerektiğini anlıyor. Sultan’ın korumasını da hissediyor.

Saadet kendini onlara adamış, hayatını boşvermiş, hiç evlenmemiş...

Çünkü Saadet’i eve yapılan bir saldırıdan İdris Baba kurtarıyor. Saadet’in çok güçlü bir minnet duygusu var. O minnet duygusunun altında onun için her şeyi göze alıyor. İdris onun için baba, Sultan da annesi gibi. Bu minnetin yanında bence hayranlık da var, bütün ilişkiyi dengeleyen bu.

Dizide erkek egemen bir bakış açısı olsa da evde Sultan’ın hâkimiyeti inanılmaz...

Sultan’ın otoritesi görmezden gelinemez. Bu ev o yüzden erkek egemen sayılmaz. Sultan’ın egemenliği söz konusu. Özellikle kadınlar, çocuklar gerçekten onun kaşına bakıyor.

Proje sana ilk geldiği zaman ne hissettin?

Kadroyu görünce çok heyecanlandım. Öyle bir deniz ki çok güvenle yüzebileceğiniz bir yer gibi. Bebeğim olduğu için 4 yıldır çalışmıyordum. O yüzden böyle bir kadroyla, böyle bir hikâyeyle başlamak beni çok heyecanlandırdı.

 

Zeynep Kumral;

 

"AŞKA İNANCIMIZI NE ZAMAN KAYBETTİK Kİ BİZ?"

Evin gözde gelini Nedret’e hayat veriyorsun. Senaryoyu ilk okuduğunda neler hissettin?

İdris Baba bende çok etkili oldu. Sonrasında tabii ki romantizm. İnanmayanlar varmış galiba ama aşka inancımızı ne zaman kaybettik ki biz? Ben Yamaç (Aras Bulut İynemli) ve Sena’nın (Dilan Deniz Çiçek) aşkına çok inanıyorum. Hepimiz aslında böyle bir şey bekliyoruz kadın olarak. Neden evlenmeyeyim ki 3 günde inandığım bir şey olursa? Nedret bana çok aykırı bir karakter. Benim içimde sürekli müzik çalıyor, sürekli dans eden bir yanım var. Nedret’in ritmi çok düşük. Önce korktum nasıl olacak diye ama Nedret ile yeni yeni tanışıyoruz. Bir oyuncu olarak oynayacağınız karakterle rekabet içinde olmak istersiniz. Nedret’te öyle bir şey vardı. Onunla neredeyse tek gerçek yönümüz yalınlığı olabilir. Süsü yok, takısı yok, makyajı yok. Benim de öyledir. Ama iç ritim olarak bambaşkayız. Çok üzülüyorum ama sevmeye başladım.

İdris Baba, güçlü karakteriyle seni etkilemiş...

İdris Baba’nın karakteri benim kendi özelimle ilgili bir şey. Her kız çocuğu babasının elini sırtında ister. Onun bende bir eksiği olduğu için öyle bir babamın olmasını çok isterdim. Onun sertliğinde, onun tatlılığında, onun koca yürekliliğinde... Onun için böyle tatlı bir bağım var İdris baba ile. Ama oyuncu Zeynep olarak etkilendiğim bir tane rol var: Aliço (Rıza Kocaoğlu). Çok heyecan verici, her oyuncunun ağzını sulandıracak bir rol.

Dizinin teması nereye varacak sence?

İçinde aşk, romantizm, kavga, geçimsizlik, kıskançlık, çıkar çatışmaları her şey olacak. Samimi olacak. Ben mahallede büyümüş bir kadınım. Çocukluğum bakkalın önündeki gazoz kasalarının üstüne oturarak, futbol maçlarında toprak sahalarda oynayarak geçti. Mahallede 4 apartman ötede ne olduğunu bilirdik. Yardımlaşma vardı, herkes birbirini tanırdı. 15 yıldır aynı semtte oturduğum için yine öyle. Özlenen bu, mahalle. Şehirler büyüdükçe, çalışma saatleri uzadıkça o komşuluk fikri, mahalle kavramı kaybolmaya başladı. Gerçek bir şey izleyecekler diye düşünüyorum.

Nedret, Sultan’ın gölgesinde olduğu için onu ilerleyen bölümlerde ne bekliyor acaba?

Nedret herkesin gölgesinde. Tek ihtiyacı olan sevilmek. Nedret her şeyi görüyor, duyuyor, biliyor ama içinde yaşıyor. Bir yerde patlayacaktır, çünkü o da bir insan. Sultan’ın gölgesindeymiş gibi hissetmiyorum, o Sultan’a inanıyor. Çatışacakları noktalar vardır ama hiçbir şekilde Sultan’a karşı gelmez. Nedret eşini kaybettiği için daha hassas bir dönemde. Aralarında aşk var mıydı bilmesek de Nedret’in kocasına âşık olduğunu biliyoruz, iki tane çocuğu var. Her karakterin hikâyeye hizmet edecek bir çatışması olur zaten mutlaka; Nedret’in de olacaktır.

 

İrem Altuğ;

 

"DENGEYİ SAĞLAYAN PERİHAN ABLA!"

Evin gelini Ayşe karakterinin senin için en cazip yönü nedir?

Ayşe karakterini oynuyorum. Daha önce oynadığım rollere göre kötücül yönü fazla olan bir kadını canlandırıyorum. O yüzden bu beni heyecanlandırıyor. Evdeki kadınların dinamiği çok güzel. Hepsinin arasında bir hiyerarşi var. Evde düzen hâkim. Onun içinde herkes var olmaya çalışıyor. Ayşe de olabildiğince kendi alanını genişletmeye çalışıyor. Ama Sena’nın gelmesi aslında onun planlarını bozuyor. Kadınlarla sahneler çok keyifli, kadın oyuncularla çalışmayı çok seviyorum.

“Kadın oyuncularla oynamak çok zevkli” dedin, bunu açar mısın?

Kadın filmlerini de izlemeyi seviyorum. Kadın oyuncu izlemek çok hoşuma gidiyor. Erkek sahnelerinde daha çok aşk gibi konular devreye giriyor ama kadınların biraz daha hayatın içinden, daha kendi karakterleriyle ilgili şeyleri konuştuklarını düşünüyorum.

“Koçovalı kadını”nın karakteristik bir özelliği var mı sence?

Perihan ablanın karakterinden yola çıkarak söyleyebilirim, çünkü o bu ailenin başı, aslında hani her başarılı erkeğin arkasında bir kadın vardır ya, o işte Perihan abla. Yani dengeyi sağlayan Koçovalı kadını. Aynı evde böyle kalabalık bir ailenin yaşaması hakikaten kolay değil. Onun baskıcı, otoriter ama bir yandan da bu düzeni korumak adına tavırları. Benim kafamdaki ‘Koçovalı kadını’ imajını daha net vurguluyor.

Ayşe’nin Sultan’la arası iyi mi?

Sultan yetim bir karakter, Ayşe de ailesiz. Oradan benzeşen bir yanları var. Ayşe, Sultan’a göre çok daha hırslı. Aslında onun yerine geçmek istiyor. Hep kafasında başa geçmek var o yüzden sabrediyor.

Ayşe diğerlerine göre kadınsılığıyla ön planda... Ondan pek hoşlanmıyorlar, bu anlamda biraz daha yalnız bir karakter mi?

Gözünü fazla hırs bürümüş. Evde eltisi Nedret’le bir aradalar ama Nedret ona göre daha olgun, hayatı kabullenmiş, kendini çocuklarına adamış. Ayşe öyle değil. Yetim olmanın etkisiyle sevgiye ihtiyaç duyuyor. Mutlu olmak için bir şeylere sahip olması gerektiğini düşünüyor.

 

Röportaj | Ekin TÜRKANTOS